7 Nisan 2009 Salı

Bahar,duygular ve bir film


Yaşamda baharın gelmesi önemli bir olaydır.Soğuk
kapalı günlerin ardından ılık,yağmurlu bir mevsim gelir.
Çiçekler açar,çıplak dallar yapraklarla yeşerir.Sevimli
kuzular uzun çimenlerde koştururlar.Daha bir çok olay,
toprak uyanır,gökyüzü daha mavi gelir.Bizlerin de daha
duygusal olduğumuz zamanlardır .Topraktan filizlerin
fışkırması gibi yaşam sevinci tüm benliğimizi kaplar.Aslın-
da her yıl aynı şeyler tekrarlanır, küçük farklarla, ama
bahar geldiğindde ilk kez bahara tanık olmuşuzcasına heyacan-
lanırız.Kızılderililerin inandığı gibi yaşam dairesel bir
çizgi üzerinde tekrarlanarak sürer gider.
Antik çağlarda insanlar bunu ne kadar güzel anlatmışlar.
Elbruz'un Demeter heykelinden bahsederken anlatmıştım.Demeter
mitolojide tarım ve bereket Tanrıçasıdır.Yer altı tanrısı
kızı Persephone'yi kaçırıp yer altına götürür.Buna çok
üzülen Demeter Kıtlık getirir ve sonunda baş tanrı Zeus
araya girerek olayı tatlıya bağlar:,buna göre Persephone
yılın belirli bir zamanında kocasıyla kalacak,diğer bir
zamanı da annesinin yanında geçirecektir.Kızı yer altına
indiğinde Demeter kışı getirir,yeryüzüne çıktığında da
baharı.

Tabii büyük kentlerde oturanların bir çoğu baharı bizler
kadar hissedebilir mi bilmiyorum.Yeşil alanların hızla
yok olduğu ,yüksek apartmanların her yanı doldurduğu.
Kırsal alanlara gidebilenler belki biraz.Oysa bahar bizim
yanıbaşımızda,çiçekler bahçelerimize kadar gelmişler,
kuşlar,kuzular,bereket yağdıran bir yağmur tüm bitkilere
bir canlılık vermekte.Bunları söylerken büyük kentteki
insanları üzmek değil amacım.Doğayla insanın binlerce
yıldan beri süren ilişkisinin bozularak insanların yapay
şeylere özendirildiği dünyayı vurgulamak.Huzurun ve rahat-
lığın yerini kaygıların,stresin aldığı bir dünya.İnsanla-
rın kendilerine ayıracak zamanının iyice azaldığı bir dünya.

Datça sosyal ve kültürel etkinliklerin bolca olduğu bir yer.
Sanatı,doğayı seven bir çok insan Datça'da buluşmuşlar.
Bu hafta sonu Bülent Ecevit Kültür merkezinde bir film vardı.
Bu filmler her pazar ücretsiz olarak gösteriliyor.Oya Özgüven
arkadaşımız mail atarak bizlere filmi duyuruyor,konusu,yönet-
meni,oyuncuları hakkında bilgi veriyor,kendisine çok teşekkürler.
Bu etkinliği yaşama geçirenler"Datça Betçe Kültür Sanat grubu.
Neyse filmin adı "İl postino"(postacı),çok hoş duygular yaşattı
bizlere.Bu tür filmler ve sanatsal çalışmaların en güzel yanı duygu-
rımızın bilenmesi,unuttuğumuz bazı değerleri,ayrıntıları
tekrar hatırlatması.Konusunu Oya arkadaşımızın özetiyle
vereyim."dünyaca ünlü Şilili şair Pablo Neruda siyasi fikirleri
nedeniyle ülkesinden uzaklaştırılmıştır.. O da İtalya'nın küçük
bir kasabasına yerleşmiştir. Neruda'nın mektuplarını hergün
getiren postacı Mario, şairi çok merak etmekte ve ona büyük saygı
duymaktadır. Neruda giderek bu nahif postacıyla arkadaşlık
kurmaya başlar ve ona şiir sanatına dair ipuçları verir. Şiir
yazarak kendini ifade etmeye başlayan Mario, bu yolla âşık
olduğu Beatrice'in kalbini kazanmaya çalışacaktır."

Kapalı,küçük bir kasaba dolayısıyle insanlar oldukça tutucu.
Pablo Neruda kısa bir zaman içinde adadan ayrılır.Postacı
hep kendisine gelecek bir mektup bekler,önemli bir insan olarak
hissedecektir kendisini ama boşuna bekler.Burada insanlar devreye
girerler"sen ona o kadar hizmet ettin,o sana bir mektup bile
yazmadı"gibisinden.Ama Neruda'ya yine de toz kondurmaz pos-
tacı, çok üzüldüğü halde.Filmin finalinde biraz gözyaşı döktük.
Pablo Neruda içeriye girer,5-6 yaşlarında bir çocuk oynamakta,
Postacının güzeller güzeli karısı Beatrice birden içeriye girer
ve Neruda ile karşılaşır ,Beatrice hüzünlü gözlerle Neruda'ya
bakar hiç konuşma yoktur beatrice çocuğa seslenir ismi Pablo'dur.
Neruda yıllar sonra Adaya gelmiştir ama postacı bir gösteri
esnasında yaşamını yitirmiştir.Neruda sahile inerek Postacı
ile yaşadıklarını hatırlar.

Bazı şeyleri zamanında yapmak gerekir,
yarının ne olacağını kimse bilemez.Ama çoğu kez yaşam telaşı
içinde dostlarımıza yapacağımız küçük jestleri unuturuz,yapılacak
olan sadece onları hatırlamaktır.,
Pablo Neruda'nın şiirlerini okumayanlar okusunlar derim,
okuyanlar da tekrar okusunlar.Büyük bir şair ve insan.

3 yorum:

Apartman Balıkçısı dedi ki...

Muzaffer Hocam güzel özetlemişsiniz.

Ben bu bakımdan hep şanslı saymışımdır kendimi. Şehre yakın ama aynı zamanda da doğanın içinde. Mandainler çiçek açmak üzere. Yakında sabahları işe giderken mandalin çiçeklerinin kokusu uğurlayacak beni. Bunun hiç bir karşılığı yok işte. :)

MUZAFFER ÖZGEN dedi ki...

Evet bizler bu yönden şanslıyız.Doğaya yakın olmak
ruhsal ve bedensel açıdan
bir kazanç.Çocukluğumuzda
çıplak ayakla toprağa bastık,
ağaçların tepesinde oyun oynadık.
Ve her zaman doğanın önemini anladık.Onunla dost yaşamanın
güzelliğini.Şimdiki çocuklsr
bilgisayar başında sanal bir
alemin içindeler,yaşadıkları
çevre,insanlar onlara yabancı.

Mehmet Vuran dedi ki...

Hocam merhaba,
Çok güzel anlatmışsınız ve ben yaşadığım yerin benim için şans olduğunu düşünürdüm, bunu bir kez daha anladım...
filmi de seyretmiş gibi oldum doğrusu...